28 Kasım 2013 Perşembe

PİLAV

Stress eating denilen naneden pek haberdar değildim. Hani yani ben zaten iştahlıyım filan. Arada bir şirkette canım tatlı çeker, atarım iki tane kuru kayısı ağzıma... Bazen ağzımın içinde o Tadelle tadını hissederim, kuru kayısı kesmeyecektir, dayanamayacak gibi olursam gider alır 2 tane yerim. Tatlıyla ilişkimiz böyle. Ayıkken.

Ama işte yağlı yiyecek, karbonhidrat seviyorum. Bira patates, eve yorgun geldim birası, bugün cuma yeni de kitap aldım şarabı; bunlar bayıldığımız detaylar. Kızlarla toplanıyoruz kişi başına bir şişe şarap düşüyor, kurtlanıyoruz gittiğimiz yerde biralar gidiyor geliyor.

Neyse, 1 Mayıs'ta Gezi Parkı olayları patladı. Çiftlerin yatak odası duruldu, bekarların libidosu düştü, gidecek mekân yok, ben de kendimi spora sardım. Sporla beraber de bir sağlık fışkırması geldi tabii. Yaz boyu mutsuz olduğum iş yerimden çıkıp kendimi spor salonuna attım. Bir noktadan sonra, spinning dersinde sevdiğim bir şarkı çalarken, aslında sevdiğim bir barda sevdiğim bir şarkı çaldığında hissettiklerimin aynısını hissettiğimi fark ettim. Bu arada, o aralar ben de kendi içimde bir direnişteyim aslında. Kafamı kurcalayan şeyler birer birer sporla eridi gitti. Bazı kaslarım belirdi, kendime güvenim geldi, ruh hâlim yükseldi. Alkolü haftada 1'e düşürdüm. Yaşantım kendi kendine güzel bir döngüye girdi.

Bu arada zannetmeyin ki 34 beden taş gibi bir kadın oldum çıktım. Değil. Ama bir şeyler değişti. Hareketsiz kaldığım zamanlar, o ter atmayı, hocanın gösterdiği hareketleri her seferinde daha iyi yapmayı, ağır bir antremanın ertesi günü oturup kalkarken kaslarımın acımasını sever hâle geldim.

Yaz bitti, ben yeni işe başladım. Spor salonu iş yerime biraz uzaklaştı, ben hafta için en az 2 gün Levent'ten Osmanbey'e metroyla gitmeyi, Osmanbey'den Maçka'ya yürümeyi âdet hâline getirdim. Bu arada, o yol hiç de büyümedi gözümde, büyümüyor. Zira ofisten çıkar çıkmaz müziğimi takıp kendime bir alan yaratıyorum spor salonuna kadar. Kulağımda sevdiğim şarkılar, yürüdüğüm yollar Nişantaşı; deşarj oluyorum. Bir de ne yalan söyleyeyim, bazen gerçekten heyecanla gidiyorum "terlemeye". Bakalım bu derste ne yapacağız, bakalım spinning'de kaçıncı dakikada tıkanacağım, bakalım bugün sporda hangi ünlüleri göreceğim.

Hayatı boyunca beden derslerinden kaçmış, hareketten nefret etmiş bir patates olarak; kendi kendime şaşırdım.

N'oldu bilmiyorum. Yeni işle beraber ben pirinç pilavı sever oldum. Ki hayatım boyunca pilavların şahı bulgur pilavıdır benim için. Belki de sevdiğim tek sağlıklı şey. Ama işte öğle aralarında, ana yemeğin yanına koyulmuş bir miktar pilav bana inanılmaz mutluluk verir oldu. Öğle yemeklerinde yiyeceğim yemeğin yanında pilav olması önemliydi. Yeni iş yeri, yeni tipler, kendini ispat etme çabalarım, içimi kemiren her şeyin tek çözümü pilav gibiydi. Akşam yine spora gittiğim zamanlar oluyordu tabii; ama ah o saçma öğle yemeklerim olmasa!..

Bir de tüm o pirinç tanelerinin yarattığı suçluluk duygusu var. Üstelik pilavla da kalmıyor tabii ki. Sabahları anlamsız simitler, moralim bozuk latte'si, vs. Kendimi yalandan avutuyorum içten içe, "Bu bir dönem Merve. Kolay değil. Tabii ki hayatın boyunca pilavın esiri olmayacaksın!"

"Kendine çok yükleniyorsun." dedi iş arkadaşım. "Her şeyi 2 ayda bilebilecek bir insan kadar biliyorsun işte!.."  

Bu arada tabii dışarıya karşı hep çok mutluyum. Hep komiklikler şakalar, bakın ne de güleryüzlüyüm. Siz iş arkadaşlarıma, siz sevgili dostlarıma. Ama ağzına sıçayım zor lan! Bu benim ikinci iş yerim ve dengeleri öğrenmek, hatanı kabullenmek, çekinmeden sorabilmek zor. Hâlâ heyecanlanıyorum, hâlâ heyecanlanıyorum.

Tabii insan bünyesi durur mu, basar tokat gibi cevabı. Çenemde, alnımda saçma sapan isilik gibi sivilceler belirdi. Biri bitiyor diğeri başlıyor. Aynalardan kaçıyor, basıyorum suratıma fondöteni. Önceleri, plazanın camları açılmıyor diyordum, anladım ki o camlar açılmıyorsa kimseye açılmıyor Nazan! Bırak saçma bahaneleri.

Doktor bir arkadaşımla konuştum, "Gitme dermatologa filan. Belli işte içine attın, sıkıntı yaptın. O da böyle böyle çıktı işte." dedi. O gün spora giderken Osmanbey'den Maçka'ya kadar ağladım. Spor sonrası soyunma odasında ağladım. Duşa girerken ağladım, duştan çıkınca, "İnsanlar bakıyo, kalanını evde ağlarım." diye kendimi susturdum. Eve gittiğimde ağlamam geçmişti.

Ertesi gün sivilcelerim sönmeye başladı. Saçmalık.2 hafta önce çenem kıpkırmızıyken, sanki 3 günde hepsi söndü gitti.

Şimdi tek dileğim: şu pilava sarılmalarım bitsin, "Bugün nasıl geçecek?" simitleri son bulsun, mutluluğu tam yağlı süte latte'de aramanın anlamsızlığının farkına varayım.

Çok hoş olur...

26 Kasım 2013 Salı

YUMUŞAK

2 gün boyunca üst üste 9 bölüm Gossip Girl izleyince, yeni aldığın yumuşatıcının çamaşırları gerçekten yumuşattığına hayran kalmak tuhaf kaçıyor. Ama öyle. Yumoş'un yeşil şişede, üzerinde creations yazan, nilüfer ve yasemin aromalı olduğunu iddia eden mamulü o kadar güzel kokuyor işte! İstanbul'a taşındığımdan bu yana, "Yumuşatıcılar aslında kıyafetlerin rengini solduruyor, üstelik evim hiç de annemin yıkadığı çamaşırlar gibi kokmuyor!" diye söyledim durdum, aradığım yumuşatıcıyı tesadüfen buldum. Bu arada, Gossip Girl'de her türlü sevinci, zaferi şampanyayla kutlamalarına imreniyorum tabii... Dur diyor, lafını bitirme ben bize bi' şişe şampanya getireyim.

Sabaha karşı (bazen sabah) eve döndüğüm gece çıkmalarının akabinde de buzluktan sucuk çıkartıp erimesini bekleme, bu sırada bir duş alıp kendine gelme kısmında da şaşırıyorum kendime en çok. Dün gece öyle oldu, böyle oldu, şunlarla karşılaştık, bunlar eklendi gruba, vs. Dün gece hoparlörün üstünde dans ediyordum, şimdi yarı erimiş sucuğu dilimlemeye çalışıyorum. O çocuk kimdi sahi? Kendimi yanında çok iyi hissetmiştim. Ama kendimi, yanında gerçekten çok iyi hissetmiştim.

Kendimi yanında iyi hissetiklerim var, bir de yanında gerginlikten çenemi kapatamaz kadar istediklerim. Bu noktada Ajda Pekkan devreye giriyor, "Hayatta her şey senin, istediğin gibi olmuyor."

Ajda Pekkan da bu yaşında yalnızlıktan kediye, köpeğe, hayvan mezarlıklarına kafayı takmış bir kadın sonunda. Tövbe yarabbim.

Kalbini kıran bir adam için üzülmek mi, yoksa seni sevdiğinden emin olduğun bir kız arkadaşının kalbini kırmasına üzülmek mi daha beyin oyalayıcı bilmiyorum. Sonuçta bir adam için çok üzüldüğünde, sana gönül kapısını açan yine kız arkadaşındır. Kız arkadaşın seni üzdüğünde kime gideceksin?

Hem zaten, nilüferin kokusu olur mu Allah aşkına?

12 Kasım 2013 Salı

FİLİZ

"Bir töre dizisinde marabalarına laf söyleyen, konaktaki çalışanlarını domine eden, öğleden sonra ahretliğine çay içmeye giden, efendime söyleyeyim eve döndüğünde hasımlarından birini vurdurma emri veren yaşlı kadın" gücü olsun istiyorum bende. Çok şey mi istiyorum?

Yaş geçiyor, biyolojik saat işliyor diye bir şey var. Henüz benimki tiklemeye başlamadı. Çevremde de öyle biyolojik saatiyle haşır neşir pek kadın yok. Ama biyolojik saatiyle teşriki mesai içinde bulunan birtakım erkekler var, en çok ona şaşırıyorum.

Güzel okullarda okumuş, güzel okullarda master yapmış, iyi bir şirkette güzel paralar kazanıyor. Geçiyor karşıma, "İstiyorum." diyor. Beni değil tabii ki, başka bir kadını nasıl istediğinden / kadının bunu nasıl da geri çevirdiğinden dem vuruyor. Nasıl da benzer aile kökenlerinden geliyorlarmış, nasıl da benzer iyi okullarda okumuşlar. Düzgün bir kızmış, kendisi ne kadar düzgün bir erkekse... Akıllı bir kız diyor, iyi bir yerde çalışıyor. NEDEN OLMASIN YANİ?

Hırs mı yaptın sen bu kızı? diyorum. Hayır; ama olmaması için bir sebep yok, diyor. "Yani sonuçta ikimiz de düzgün insanlarız, ailelerimiz benzer, akıllı bir kız, iyi bir yerde çalışıyor." Kızın CV'sini print alıp çekmecesine koymuş mu bilmiyorum. "Onu istiyorum çünkü çok gülüyoruz beraber. Onu istiyorum çünkü onunla vakit geçirmekten mutluyum. Çünkü onun yanında hiç sıkılmıyorum. Onu istiyorum, çünkü en çok onu güldürmeyi seviyorum." gibi cümleler yok. Bu gibi cümleler fazlaca ütopik. Çoğunlukla kızın CV'si üzerinden ilerliyoruz işte. Kızın liderlik skill'lerinden, sonuç odaklı olmasından, ha bir de düzgün bir aileden geliyor olmasından, vs. Household'una "partnır" arıyor herif, bunun da sevgi / tutku olduğuna inanmamı bekliyor. Benim değil, daha çok kızın inanmasını. Kadın da aptal mı, değil işte. Adamın ne dokunuşu dokunuş, ne sevgisi samimi geliyor. Belli.

Sohbetin bir yerinde, bin yıllık kırığına geliyor konu. Yazları kısacık kaçamaklar yaşadığı, teninin kokusunu ezbere bildiği kadına... Kızın her türlü gelişimine tanık olmuş, nihayetinde her ikisi de büyümüş. E, neden onu değerlendirmiyoruz? diyorum, onu bunca isterken?

"Olmaz onunla ya, olur mu, olmaz ya.. Ne bileyim olmaz işte."

Bir yerlerde bazı kadınlar sırf adama olan zaaflarından, karşılığında hiçbir şey beklemeden kendilerini açıveriyorlar. Taktik, strateji dinlemeden. Hayatı boyunca o adamın aklından çıkmayacak kadınlar... Sanki o adamlar sırf sonrasında benzer kökenlerden gelen kadınları kendilerine eş alıp, hayatları boyunca sıkıcı brunch'lardan sıkıcı süpermarket turlarına sürüklenebilsin diye.

5 Kasım 2013 Salı

EVLİ ADAMLAR (DÜZ BAŞLIK)

Yaş ilerledikçe, "evli adamlar" diye bir kitle de dahil olmaya başladı tabii ki halkaya... '92'li kızlar nasıl benim hedef kitlem olacak adamların hedef kitlesiyse artık, ben de birtakım evli adamların hedef kitlesi olabilirim bittabii.

Adamla hasbelkader tanışıyoruz barda, birilerinin aracılığıyla. Dolayısıyla adam hâlihazırda benim çevremde aslında. Öyle yan bistrodan sarkıntılık etme durumu yok yani... Elinde içkisi, konuşuyor, şaka yapıyor, flört ediyor, övgü dolu sözler sarf ediyor, bir içki ısmarlamak istiyor. Evli olduğunu biliyorum. Evli olduğunu bildiğimi biliyor. E ama işin içinde hiç de şeytani durumlar da yok zaten.

Zaten benim de, adama o an ilk görüşte âşık olmadıysam eğer, kendimi yanında en rahat hissettiğim erkek grubu olmalı bu grup. Çok büyük ihtimalle gece boyunca dokunmaz, gereksiz samimiyete girmez, kesinlikle rahatsız etmez, ben gittikten sonra cep telefonu numaramı arkadaşlarımdan istemez, ertesi gün Facebook'tan arkadaşlık talebi göndermez, vs.

İşte ama bir adım atsam, devamı gelecek yüzde yüz... Bu elektriği de veriyor... Sonra, onun gözünde ilk adımı atan ben olacağım. Ya da tam tersi: sen ne biçim adamsın, sana mı kalmış bana içki ısmarlamak, hem neden beni güldürmek istiyorsun? Şakalarını sadece karına yapsana sen! desem, diyecek olsam; anında "Ay herkes benden hoşlanıyo!" triplerine girmiş bir Türk kızı damgası yiyeceğim. Türk kızı damgası yemekten ölesiye korkan bir Türk kızıyım, çevrem de Türk kızı damgası yemekten korkan Türk kızlarıyla dolu.

O an, "Adam benden çok hoşlandı, ay ay ay benden çok etkilendi." tuzağına düştün mü yandın. Herif, sırf kendini hâlâ çekici, hâlâ arzulanabilir hissedebilsin diye oynadı oyununu, sen de bir şekilde oyuna katıldın.

Sonra vay efendim evlilik çok kutsal, vay efendim aile kurmak çok büyülü.

Tiplerine soktuklarım...

3 Kasım 2013 Pazar

TURKUAZ ELBİSENİN GETİRDİKLERİ

Bari şunu yapayım dedim, bir şeyler yazayım ki bundan 2 sene sonra okuduğumda kafamda bu günlerime dair bir şeyler belirsin...

Tuhaf bir şekilde, hayatımın huzurlu bir dönemindeyim galiba. Galiba mutluyum. Çünkü mutlu olmamam için bir sebep yok. Elif, genel ruh hâlimdeki yükselişin spordan kaynaklandığını söyledi. O, böyle deyince ertesi gün spora daha da hevesli gittim. Spor güzel bir şey. Şiir okumayı sevmek gibi, rakı içmek gibi, spor da hayatıma BU yaşımda (27) girdi. Şiirden ve rakıdan ne kadar memnunsam, bundan da o kadar memnunum.

30 Nisan 2013'te, Elif'le beraber Nişantaşı'nda Sofa Otel'de bir müzayedeye gittik. Amacımız Münif Paşa'nın koleksiyonundan "müzikli sandalyeyi" alabilmekti. Üzerimde yeni aldığım, sırtı açık, önü dümdüz turkuaz bir elbisem vardı; sandalyeyi kaçırdık. (Sandalyeyi kaçırmamızın o gün o elbiseyi giymemle bir alakası yok tabii ki) Hezimetimizi çıkışta House Cafe'de yudumladığımız şaraplarla unutmaya çalıştık. Ertesi gün 1 Mayıs'tı, iş yoktu; gün de salı günü diye kendimizi bittabii ki Off Pera'da bulduk.

O gece ben, alkolün ve ortamın da etkisiyle, mesaj atmamam gereken bir adama mesaj attım. Saat 3.00. Kafam çok güzel. Kitle güzel. Turkuaz elbisem güzel. Bu güzelliği beraber paylaşalım istiyorum. Çok mu? Alkollüyle atmadığım mesajlar beni cennetin en nezih muhitlerine mi yerleştirecek? Yazdım, yolladım. Mesajın içeriği kısa ve net: "Hadi off"*

*Demek istiyorum ki, "Ben Off Pera'dayım ve çok eğleniyorum. Haydi sen de Off Pera'ya gel."

Mesajıma tabii ki cevap gelmedi! Ertesi gün ben Yiğit'e bu olayı anlattığımda şu tepkiyi verdi, "Merve, sen adama Gülşen'in son albümünden bir şarkının sözünü yazmışsın. Adam da haliyle sana başka hangi Gülşen şarkısıyla karşılık vereceğini düşünüyor. Hâlâ bulamadı."

Bu benim o gece attığım "Hadi off" mesajı bir süre aramızda geyik oldu yürüdü. Şu an çalıştığım yerden teklif beklerken, "``Hadi off´´ diye mail at istersen İnsan Kaynakları'na, belki cevap yazarlar?" teklifinde bulunan da yine Yiğit'ti.

Ya da Yaşar Gaga'nın Off Pera'da DJ'lik yaptığı perşembe akşamları, herkesi Off Pera'ya çağıran kucaklayıcı tweetlerini okuduktan sonra, "Olm gece gece milleti Off Pera'ya çağıran bi' sen varsın, bi' de Yaşar Gaga.." diye terbiyesizleşen bazı ablalarım da oldu.

Mayıs sonu muydu neydi, Barış'la beraber Kral TV Müzik Ödülleri gecesine teşrif ettik. Giyecek bir şey bulamadığım için son anda turkuaz elbisemde karar kıldım. Geceyi de şurada bir yerde anlatmıştım. Her neyse, o gece biriyle tanıştım ben. O zamanlar gündemim tamaaamen başka yönlerde olduğu için pek ilgimi çekmemişti. Gel zaman git zaman biz aylar sonra adamla ufaktan flörtleşmeye, birbirimize sempatik "İyi geceler" / "Günaydın" mesajları göndermeye başladık, mesajlaşmaların gelişme / birbirimizi tanıma aşamasında adam bana, "Seni ilk gördüğümde üzerinde mavi gibi yeşil gibi bir elbise vardı." dedi. Bunu olumlu bir işaret olarak algılayıp, GO dedim. Ben GO deyince, tabii ki karşımdaki beni cepte sayıp tüm gücüyle etrafına (başka kadınlara) testosteron saçmaya devam etti. (Belki bu başka bir yazının konusu. Şaka şaka, yok be ne zaman ayıracağım elin adamına.)

Aynı turkuaz elbise, 30 Ağustos'ta Zeynep'in doğum günü yemeğini müteakip gittiğimiz başka bir barda da üzerimdeydi, aylar evvel Siyad Ödülleri'nin after party'sinde tanıştığımız bi' çocukla yeniden orada karşılaştık. Jestleriyle, "Elbisen çok yakışmış." hareketi yaptıktan sonra tam bir centilmen gibi bana viski ısmarlayıp gitti. Enteresan bir geceydi. (O jesti nasıl yaptığını kelimelerle burada anlatabilmem biraz zor.)

Dün gece yine bilin bakalım neredeyim? Asmalı'da Off Pera diye bir açılmış, oradayım. Dışarıda sigara içerken müdavimlerden Beşir ve arkadaşıyla laflıyoruz. Beşir'in arkadaşı sordu: "Sen bi salı gecesi mavili yeşilli bir elbiseyle gelmiştin buraya, di mi?" 

Ben şaşkınlıklar içerisinde "Ha? Aylar oldu, çüş. Evet?" filan derken, adamın tekine "Hadi off" diye attığım mesajı hatırlarken; çocuk bombayı patlattı: "O RENK SANA HİÇ OLMAMIŞTI YALNIZ! O ELBİSEDEN VAZGEÇ BENCE." 

Vay Memed, adam ne tutmuş içinde... Aylarca içinde bekletmiş, diye düşünürken ben, serseriye o elbiseyle çektirdiğim fotoğrafımın Instagram'da nasıl da 8YÜZ LAYK aldığından dem vurdum, gurur yaptım.

Elbise de işte bu. Zannediyorum tek sezonda miadını fazlasıyla doldurdu. Bir de takdir edersiniz ki kuru temizlemeye gide gele biraz örselendi. Yoruldu.

Bir pazar günü Gazi Koşusu'nda halkı selamlıyorum.